Çarşamba, Ekim 28, 2009

SANA MİNNETTARIZ



Eski tatlar yok, eski tak'larda. Fener alayları da, geçit törenleride yok...

Caddelerin ortasına kurulan, defne yaprakları, mevsim çiçekleri va bayraklarımızla hazırlanan CUMHURİYET bayramlarının en güzel süsü tak'larımız artık yok...

Geceleri sabahlara kadar ellerimizde bıkmadan salladığımız ışıl ışıl fenerlerimiz de yok...

Kültür merkezlerinde, radyoda çalınan marşlarla uyanmıyoruz artık bu en güzel bayramımızda...

Yaşlı, genç, çocuk, kadın ve erkek çoşkuyla bütün gün sokaklarda kutlamıyoruz bayramımızı...

Pencerelerde bayrağımız on evin üçünde dalgalanıyor artık...

Yıllar geçtilce unutuyormuyuz? Bu günkü özgürlüğümüzü borçlu olduğumuz CUMHURİYET'imizi...


UNUTULMAMASI ADINA
TÜM ULUSUMUZUN VE ÇOK DEĞERLİ DOSTLARIMIN CUMHURİYET BAYRAMINI İÇTENLİKLE KUTLARIM...
 
 
 

Pazartesi, Ekim 26, 2009

DERBİ SONRASI

Bu yazıya beni saatlerdir çalan kornalar zorladı,
yanlış anlaşılmasın aslında koyu
Fenerbahçeliyim,
hemde kendimi bildim bileli...

Günlerdir istemsiz oturduğum computer yazı yazmamı bekliyor, o bekliyor da benim ellerim klavyede bir türlü gezinemiyor.

Net'e giriyor bir iki yazı okuyor, dostları geziniyor çıkıyorum. Yazmak istemek istiyorum, yok olmuyor! Ne yazsam "lay lom" geliyor bana. Komşunun cenazesi varken benim TV izlemem gibi bir hisse kapılıyorum...
Cenaze aslında içimde, onu yazsam!
Yok neresinden tutayım, beceremem ki!
Vazgeçiyorum...
Artık akşam internete ne haber düşmüş telaşına da kapılmıyor, yazarları, çizerleri şöyle bir gezip içimde büyüyen duyguları yazıya dökenleri okuyup isyanımı bastıramadan kapatıyorum...
Tv de aynı duyguyla izliyor, kimse izlemesin diye tavan yapan dizilerin saatine denk gelen söyleşileri kızarak, gülerek, söylenerek izliyorum...
Bunları yazmış olmak için de yazmıyorum, gerçek beni gerçekten korkutuyor artık. Ülkem şimdiye kadar hiç olmadığı kadar karanlık...



Oysa biz, bizler ne günlere tanık oldu. Gazete alırken satanı tanımak zorundaydık. Aldığımız gazeteyi çantalarda paket içlerinde saklardık. Yollarda araba tekerlekleri yakılır dumanından boğulurduk. İşyerimize tabancaların çapraz ateş eşliğinden kaçarak girerdik. Haberleşmelerimiz kısıtlıydı, çok kişinin deterjan kutusu içine bırakılan ufak kağıt parçaları ile haberleştiğini, buluştuğunu bilirim. Bindiğimiz taşıt bizi evimize sağlam götürüp götüremiyeceğini bilemezdik. Neredeyse "kelle koltukta" yaşar durumundaydık...
Gün geldi, sokağa çıkmamız yasaklandı, her köşe başında askerlere çantalarımızı boşalttık, nüfus kağıtlarımız yaka rozeti gibiydi. Tüm taşıtlar birkaç km. arayla durdurulur arama yapılırdı. Yasak olmayan kitaplarımızı bile toprağa gömdük. Gece evlerde ışık yakmaya korktuk, ihtiyaç halinde bile karanlıkla körebe oynardık. Işık yanan evlere " acaba hücre evimi?" diye baskınlar yapılırdı. Korkutulmak için işkencenin resimleri uluorta yayımdaydı.
Belki de unuttuğum yada unutmak istediğim onca şey...


Ama yine de hep bir umut vardı, CUMHURİYET ve ATATÜRK. Düne kadar yerini koruyan, bizi biz yapan, her daim geleceğimize ışık tutacağına inandığımız en büyük değerlerimiz...


"Düne kadar" belkide çok insafsız bir yaklaşım oldu biliyorum da üç beş kişi birleşsek bile halka olmayı beceremiyoruz ne yazık ki!


Bu gün, düne ait anlatılarımın hiç bir sıkıntısı yok, tabi olmasını da istemem, istemem de yine de kör sağır olmak çok zoruma gidiyor. Bu gün yaşadıklarımızı hiç yaşamıyor gibi boş gözler, boş sözler eşliğinde, mümkün olan en eğlenceli yerlere odaklanıyoruz...


Bu gün kuş gibiyiz, bir orda bir burda. Hiç bir sıkıntımız yok ya!Arabalarımız altımızda, benzin istasyonlarda. Eh domuz gribi aşımızda geldi. Pazar gecesi derbi maçımızı da izledik, zafer kornaları eşliğinde gece yarısını ettik. Sokaklar hepten şenlik. Son günlerde havai fişeklerimiz hiç bitmiyor çok şükür...
Okullar tatil, hiç yoktan aileler tatil kazandı. Çocuklarımızın üzerinde oynanan oyundan kaç kişinin haberi var?
Kuş gribinde yumurta yemeyin, kenede paçalarınızı çoraplarınıza sıkıştırıp gezin diye bizim sağlığımızı düşünenler, domuz gribinde " Önümüz kış, boğazlı kazak giyin boğazını kaldırıp ağzınızı burnunuzu sıkıca örtün." Uyarısını yapacaklardı da domuz dinimizce yasak olduğundan özel ilgi alanına alıp, çözüm için uğraş vermeleri halkımızı rahatlattı. Nede olsa kuş gribinden ölünce şehit, domuz gribinden ölünce kafir olursun...
Konuşan kalemlerin kırılıp köy kuyuya atılmasının bize ne zararı var. Onlarda kötü yola düşmeselerdi.
Soğuk koğuşlarda kanser hastalığınla mücadele eden değerlerin bize faydası değil zararı dokunduğunu anlata anlata bitiremediler ya!
Şehit anaları, babaları VATAN SAĞOLSUN demediler mi ? şimdi faryadın anlamı ne? Gencecik bedenler, o masum canlar vatan için şehit oldular ve vatan şimdi sağsalim. Ellere teslim.
Fedakar başbakanımız Obama çağrısına, Türk'lüğün onurunu düşünüp ayıp olmasın diye 29 EKİM Tarihinde CUMHURİYET BAYRAMI'nda ABD olması, bizlerin onurunu kurtardığı için de ayrıca sevinmeliyiz.
İmralı haritacı başına, emekli maaşının bugünün şartlarınla geçim zorluğu çekmesin diye, emekli maaşlarını nasıl düzeltme yoluna gidilir diye yasa aramakla uğraşan ve çok kişi yararlanıp da yollarını şaşırmasın diye halkına kol kanat geren bir devlete 47 ne ki 87 olsun...


Olsun, olsunda biz daha bir horon tepelim...
Zorla kazanılmış, bu yolda nice canlar verilmiş, kanlar dökülmüş değerlerimizi yere serip üstünde horon teptiğimizi bilmeden...
 
 



Cumartesi, Ekim 17, 2009

KORKARIM



Korkarım
Yok olmasından sevgilerimin
Dünyayı gerçek yüzüyle görmek
İnsanları gerçek tanımaktan
 
Korkarım
Yarım kalmış sevdaların
Özlem yağmurlarından
Fotoğraflara saklanan hasretin
Siyah beyazına renk sıçramasından
 
Korkarım
Mum ışığındaki hayallerin
Kapısı olmayan dört duvarlarından
İçimdeki sokaklarda kaybolup
Kuru ot kokusu getiren
Rüzgarlarla savrulmaktan
 
Korkarım
Olurda bir gün ben
Ben olmamaktan
Gözyaşlarımın isyanından
Ayaklarımın ihanetinden
Yüreğimin taşlaşmasından
Sabrımın sınırlarından
KORKARIM...



Öykü atölyesinin

Kelime oyunları adına 

"KORKU" kelimesine hitaben yazılmıştır. 

 

Çarşamba, Ekim 14, 2009

BUGÜNE BAĞLANTILI BİR ANIM



Bir aydan fazladır çektiğim sancıların sonunda nur topu gibi bir boyun fıtığım oldu. Bel fıtığım büyüklüğünü gösterip, meydanı kardeşine bırakıp sinsi sinsi sessizliğe çekildi...

İki tertip aldığım kas gevşeticileri ile iğneler ve ağrı dindiricileri sonunda sağ kolumu mecbur olduğum işler dışında da kullanabilir hale getirdim. El ve kol uyuşmalarımı gecelere sakladım. Enseme ve sırtıma acı veren, hareketlerimi kısıtlayan kılıçlar bedenime daha az sızı veriyor artık. Gerçi sol gözümde ki buğulu bakış ile devamlı uçuşan kelebekler yerlerini çok sevmişler ki gitme gibi bir niyetleri yok.Doktor ablaları onlarında yakında gideceklerini, sıkışan sinirlerin özgürlüğe kavuşmasını beklediklerini söyledi. Benim sinirlerim özgürlüğe bira zor kavuşur ya! neyse...

Sonuçta; Birbuçuk ayın son iki günü en iyi olduğum günler oldu...
Ağrılarım, sızılarım, acılarım!!!

Özür dilerim; Yazı odam, arkadaşım, dostum, dert ortağım, arkadaşlarım, dostlarım. Sadece bir yazı yazmak istedim, giriş arabesk kurgusuna döndü...

"Acılarını paylaşırsan azalır, sevinçlerini yansıtırsan ışıtır." derdi babacığım...

"Kemik erimesi" hastalığımın seneyi devriyesinde durduğunu ve hatta azalmaya başladığını yıllık kontrol sonunda öğrendiğimde çok sevindim. Dr. ilaçlarımı muntazam kullanmamın bir sonucu olabileceğini söyledi. Artık beni saatlece hapşırtan burun spreyi yok, şimdilik calciuma devam. Çok sevindim, benim için önemliydi bu. İleri yaşlarda birinin desteğine ihtiyaç duyarak yaşamak oldukca zor ve acı verici...
Bu da sevincim!!!

Boşver yazı odam yazdığıma, çizdiğime bakma. Sağlığıma her zaman dua ederim, şükrederim ben. Bu yaşta daha ne olsun ki!
" Ne olacaktı bu yaşta, kızamık mı olacağız" demek istiyorum ama onu da diyemiyorum...
 
***
Bir akşam iş dönüşü eve girdiğimde küçük kızımın kaşındığı dikkatimi çekti. Allerjik bir bünyesi vardı ve bu yüzden çok çekmiştik. Bahçede çiçek ve böceklerle çok oynadığını, ellerini iyi yıkamadığını, dikkat etmesi gerektiğini yemek boyunca anlattım. Geceye doğru kaşıntısı arttığında karnına yayılan kızarıkların çiçek açtığını gördük. Belliki su çiçeği olmuştu. Sabah doktora gittiğimizde tahminimiz doğru çıktı...
Yıllık iznimin üç gününü kullanarak hastalığın ilk devresinde yanında bulunmak, büyük kızımı da yanına yatırıp birlikte hastalığı atlatmalarını sağlamaktı amacım...

Olmadı; Büyük kızım (büyüklüğü de, araları sadece bir yaş) suçiçeği olmadı...

Üç günün sonunda, yavruları acilen getirtilen teyzelerine emanetle dördüncü gün işbaşı yaptım. İşyerinde öğlene doğru bende bir durgunluk, bir halsizlik ve kaşıntı. Parmağımı kımıldatmaya halim yok. Kendimi yoklamaya başladım. Suçiçeği mi? yok canım olur mu?
Kaşındıkça kaşıntılarımın üzeri çiçek açmaya başladı, öğleden sonra doğru doktora. Doktor (çok iyi hatırlıyorum) hayretle yüzüme baktı. "Su çiçeği bu ama olamaz!" dedi. "Daha önce suçiçeği geçirdiniz mi?" Diye de sordu.
"Bilmiyorum Dr. hanım küçüklüğümü bilen kimsem kalmadı ki sorayım." dedim. Gerçekte çocukluğumu, küçüklüğümü bilen kimsem yoktu, bunu söylerken de içim sızlamıştı...
Ve ben 33 yaşımda bir çocuk hastalığına yakalanmış suçiçeği olmuştum...

Daha sonraları kabakulak olan küçük kızımın yanına ablasını yatırmış, onu da kabakulak yapmayı planlamış, onda da sonuç alamamıştım...
Bu sefer kendimden çok emindim, çünkü kabakulak olduğumu çok iyi hatırlıyordum. Ağabeyimle benim omuzlarımıza düşen yanaklarımızı annem cami hocasına ispirtolu kalemle eski türkce dualar yazdırmıştı ve biz aynaya bakıp saatlerce gülmüştük...

Ama halen kızamık geçirip geçirmediğimi bilmiyorum..

Salı, Ekim 06, 2009

H E Y H A T !!!



Kelimelerimi kaybettim
Gören bilen varmıdır
Bulursanız dokunmayın
Elleriniz acır




Duygularımı kaybettim
Eğer bir gün rastlarsanız
Sakın dönüp bakmayın
Gözleriniz yaşarır


Yıllarımı kaybettim
Ne bulunur ne rastlanır
Acımasızca yok olurken
Eski bir yürek mirasıdır
 
 

Cumartesi, Ekim 03, 2009

ŞEKER RESMİ GÖRMEKTEN BIKANLARA




















Aslında yazmak istediğim çok şey var.
Yazma vakti ve sıhati bulunca muhakkak ki yazacağım!! Ama hergün bloğuma girince çikolata resmi görmekten bıktım. Bu gidişle şeker ve çikolata yiyemiyeceğim.
Bu şekerlerden nasılsa bıkılmaz...

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...