Pazar, Ağustos 30, 2009

SAYGIYLA MİNNETLE SEVGİYLE



30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI
TÜM ULUSUMUZA KUTLU
OLSUN




BİZLERE ARMAĞAN BIRAKTIĞIN BİRBİRİNDEN DEĞERLİ; COŞKUYLA, GURURLA, GÖĞSÜMÜZÜ GERE GERE KUTLADIĞIMIZ TÜM BAYRAMLAR İÇİN SANA MİNNETTARIZ VE İLELEBET MİNNETTAR KALACAĞIZ...
30 AĞUSTOS 1922

Türk ulusunu esir etmek isteyen emperyalist güçlere karşı; Başkumandan Gazi MUSTAFA KEMAL önderliğinde, erkeğiyle, kadınıyla, çocuğuyla, ordusuyla elele vererek, ulusal benliğinin kurtarıldığı ve ZAFER DESTANI'nın yazıldığı gündür...
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE...

Cuma, Ağustos 28, 2009

ZEKİYE ABLA



Zekiye ne demektir?
Çocukluğumda merak edip anneme sorduğum zaman aldığım cevap;
"Kız ismidir, erkeğe Zeki kıza Zekiye denir."
Ama ben cevabımı alamamıştım, bu cevap beni hiç tatmin etmemiş olmalı ki! babama, halama, yengeme de aynı soruyu yöneltmiştim, cevap hep aynı.
"Bir hoş" ile hiç bir bağı yoktu aldığım cevapların. Sonrasın da sanırım vazgeçmiştim sormaktan, şimdi hatırlayamıyorum...


Lay lom'la bir orada bir burada geçen bu gün, akşam yemek hazırlığı için mutfağa girdiğimde, çamaşır makinasının içine sabah bıraktığım çamaşırlar "koktuk, boğulduk" dercesine melül melül yüzüme bakıyorlar. (Banyo ile anlaşma sağlayamayan çamaşır makinem mutfakta ikamet etmektedir de.)
Önce görmemezlikten geldim, yemeğimizi hazırladım, yedik, bulaşıkları topladım ve hatta çayımızı bile içtik. Ama yok, gir çık mutfağa gözüm orada!!!
Anladım ki gözüme, gözüme bakan bu çamaşırlardan bu gece bana rahat yok.
Deterjanlarını koydum, düğmesine bastım. "Hadi kızım, gerisi senin işin" Dedim ve karşısına oturdum, daha doğrusu tabureye yığıldım. "Şimdi kaç saat yıkar durursun, sonra çıkar, silkele, as, bir sürü iş."
Çamaşır makinası "Seninki mi? benimki mi?" dercesine başladı homurdanmaya.
Eeee haklı!!!
Bizler; çamaşırımızı içine bırakırız, kapağını kapatırız, deterjanlarını çekmecesine koyarız, ne tür yıkamasını istersek bir düğmesine basarız, kırışıklık istemiyorsak zahmet edip bir düğmesine daha basarız.
Bütün bu yaptıklarımız, yazması kadar bile zaman almayan işler.

Bu arada karşısında bir süre oturarak izledim. Şimdi suyunu alacak, yıkayacak, boşaltacak, suyunu ısıtacak, tekrar yıkıyacak, arada yorulan çamaşırları dinlendirecek, durulayacak, yumuşatacak, tekrar durulayacak, sıkacak ve neredeyse kuru denecek kadar bir şekilde bize teslim edecek. Bu arada asla bizden de yardım beklemez. Kendi kendine tıngır mıngır. Eh, birde yamacında kurutma makinası varsa...
*
"Zekiye ne demektir" sorusuna cevap aradığım yıl. Beş yada altı yaşlarındayım sanırım, henüz okula gitmediğimden bu tahminim.
Beylerbeyi ve çok güzel bahçe içinde iki katlı, üç katlı ahşap evleri. Yan yana, sıra sıra.
Üst kata çıkarken gıcırdayan ahşap merdivenleri, yukarı çekilerek açılan yanındaki demir mandala tutturulan pencereleri, pencere önlerinde rengarenk saksı çiçekleri, sapsarı tahta zemini, kilitsiz kapıları ile bence dünyanın en güzel evleriydi.

Bizim evimiz ile yanımızdaki ev bitişikti. İki evin de önden iki ayrı kapısı vardı ama arkada bulunan bahçesi ve kapısı tekti.
Zekiye ablamlar bu bitişik evde otururdu. "Bir hoş" derlerdi Zekiye ablam için. Bende alamadığım cevabımı, izleyerek bulacağımın umuduyla peşine düşmüştüm Zekiye ablamın. Bahçe kapısından kaçıp kaçıp yanına giderdim. Ne zaman beni arasalar Zekiye ablamın yanında bulurlardı...


İşte! bu gece bu çamaşır işinden taaaa geçmişe, Zekiye ablama ve onun zorluklarla dolu çamaşır yıkamasına gittim. Ve "nankörlük bu" dedim...


Evlerimizde su tesisatı yoktu. Mahallenin Abdullah amcası vardı, kocaman sırık sırtında, sırığın iki ucunda iplere tutturulan tertemiz iki peynir tenekesi ile küplerimize doldurduğumuz suyumuzu taşıyan. Çamaşır ve banyo günlerinde Abdullah amcamız su taşımaktan bıkardı.
Bize çeşme çok yakındı. Küçük güğüm ile en büyük zevkimdi o çeşmeden su getirmek. Banyo, çamaşır, yemek, içmek ve hatta bahçe sulamak için hep aynı su. Bugün parayla bile bulunmayan halis tomruk suyu...


" O bir hoş, bir günde yıkar çamaşırlarını" veya "o bir hoş hiç durmadan silip süpürüyor." "O bir hoş, evde kaldı onun için." Dedikleri Zekiye abla bir günde yıkardı çamaşırlarını. Çeşmeden suyunu da kendisi getirerek. Sağanlık dedikleri yerin tam orta yerine koyardı koca leğenini. Sağında iki kazan dururdu biri soğuk su ile dolu, öbürü "gazocağı" denen ocağın üzerinde kaynamaya konulmuş. İkisinin de içinde ayrı ayrı maşrapalar. Sol yanında boş bir kazan, çamaşırın atık suyu için ve onun içinde de ayrı bir maşrapa.
Çamaşırlarını, sıra sıra dizerdi leğenin etrafına. Üst üste değil yanyana koyardı. Beyaz bir sıra, sonrası renklerine göre ayrılmış, açıktan koyuya doğru, aynı çizgi halinde, tek sıra. Çok güzel gelirdi bana, ağabeyimin kalemlerini gizlice alıp duvara çizdiğim güneş resmine benzetirdim bu çamaşır tablosunu. Önce leğenine kazanlardan aldığı suyu ısı oranına göre ayarlıyarak doldururdu. Elini suya soktuğunda aniden çekerse su sıcak demekti.
Beyaz çamaşırlardan başlardı tek tek, Aldığı her beyaz çamaşırı köpürene kadar sabunlar leğenin bir kenarına koyardı, (sanırım şimdiki makinaların dinlerdiği gibi dinlensinler diye) Sonrası bildiğimiz gibi çitileyip, yıkardı. (Zekiye abla katlederdi) Tek tek, sıra sıra. Her işi biten çamaşırı aynı yerine koyardı. Birinci su bitince atık su için maşrapayla leğenden alır, atık kazanına koyardı. (Taşıyabileceği miktar kadar olsa gerek.) Sonra da taaa tuvalete kadar götürür dökerdi. İki su, üç su, durulama, çivitleme. Ne sırasını şaşırırdı, ne de maşrapaları. Oturarak yıkadığı çamaşırları sıkmak için ayağa kalkardı. (Nedendir?bilmiyorum.)


Zekiye ablam bir günde yıkardı çamaşırlarını bende bir gün bıkmadan onu seyrederdim, bu ne kadar sürdü bilmiyorum.
"Bir hoş"derlerdi ona "evde kaldı."
İstanbul kökenli, İstanbul doğumlu Zekiye ablam kırkküsür yaşlarında Sinop'a gelin gitti. Eşi vefat eden iki çocuklu bir adama.
Üstünde bir döpiyes, başında bir tüllü şapka ve elinde bir bavulla...

Salı, Ağustos 25, 2009

ÇOK KIRGINIM



"Biz"
Bir ormandık
Ya da öyle sanmıştık
Masallara inanıp
Güneş bile topladık


Oysa
Ufak bir bahçe misali
Küçükmüşüz !!!
Azaldıkça yalın kaldık


Kalan toprağımızı
Ekme zamanı dostlar
Yeniden olmak için
Sağlam bir orman...

Pazar, Ağustos 23, 2009

ÖDÜL KARDEŞLİĞİ





Sevgili Ufuk Çizgisi bir evvelki ödülümün ikizini göndermiş. Kendisine çok teşekkür ederim beni hatırladığı için.

Birbirine çok benziyen bu ikizler ufak çapta da olsa, birbirlerinden ayrı zevkleri varmış.

Birisi; ben yedi ilginçlik isterim demiş...

Öbürü; yok ben yedi sevilen şeyi isterim demiş...

Sonuçta bu iki sevimli ikiz kardeşi herkes kendi gözlemleri doğrultusunda bağırlarına basmışlar...

Bu sevimli kardeşleri tanımayan ve bloğuma uğrayan tüm dostlarıma tanıştırmış olmak beni mutlu edecektir...

Bu kardeşlerin kapısı tüm bloglara açıktır ve 7 hediyenizi beklemektedirler...

Cuma, Ağustos 21, 2009

ÖDÜLLENDİRİLMEK NE GÜZEL


Sevgili Nalan beni bu ödüle layık görmüş. Çok teşekkür ederim Nalan'cım...

Bu ödülün bir de kuralları varmış:

1- Sizi ödüllendirene teşekkür edin.
2- Sizi ödüllendirenin blog linkini yayınlayın.
3- Ödülün logosunu yayınlayın
4- 7 yaratıcı blogeri ödüllendirin.
5- Bu 7 bloğun linklerini yayınlayın.
6- Ödüllendirdiklerinizi bundan haberdar edin.
7- Kendiniz hakkında 7 ilginç şey yazın.


Ödülün blog dünyasında hızla yayılması çok çok güzel. Bloğuma uğrayan herkese bu ödülü vermek istesemde!!!
Kuralları yerine getirmek gerek...


ZERRİN PASTA EVİ
FİKRİMİN İNCE GÜLÜ
NAZLI
ASUMAN YELEN
AYŞEGÜL
SEVGİ
ÇINARAĞACI



Kendimle ilgili 7 ilginç şey:
İlginçmiyim? veya hangi durumlarım ilginç olabilir?
Bilmiyorum, bana ilginç gelen aslında ilginç olmayabilir yada ilginç yönlerim vardır da bana göre ilginç değidir.

"Kural kuraldır" diyelim, yazalım...

-Hergün mutlaka dolabımı ve çekmecelerimi kontrol ederim, acaba düzeni bozulan giysiler varmı? diye
(Aslında kendi kendilerine hiç bozulma huyları yoktur.)
-Eğri, yamuk, kaymış hiç bir şeye tahammülüm yoktur. Simetrik olmalıdır herşey. Nerede olursa olsun düzeltmek için elim gider. (Geçen gün kırk dakikalık otobüs yolculuğumda eğri duran bir tabela gidene kadar yolu burnumdan getirdi.)
-Kapı ve tlf. sesi uyarıcımdır. Kimin evine gidersem gideyim, çalan kapıya veya tlf.na bakmak için hemen harekete geçerim.
(Neyime gerek, hiç anlamış değilim.)
-Ne kadar hasta olursam olayım, çok ağır değilsem yatamam. Yatınca daha çok hasta olacağımı sanırım. (Ameliyat sonrası yoğun bakımdan çıktığımda, sondayı alın yüreyeceğim diye tutturmuştum ve kalkmıştım.)
-Dip, köşe hemen kalkamayacağım yerlerde oturamam. Heran hareket halinde olmayı tercih ederim.
-Uykum gelsede uyumamak için mücaadele veririm. Uykunun yaşamdan çalınan zaman olduğunu düşünürüm.
-Ne olursa olsun tüm olumsuzluklarda kendimi sınarım ve karşımdakinin durumunu "acaba" larla yok etmeye çalışırım.

Düşündüm ve bunlar geldi aklıma, dönüm okuyuncada;
İlginçmiyim? yoksa kendi kendime eziyetimi seviyorum? demeden edemedim...

BİLGİSAYARIMIN GEÇİCİ RAHATSIZLIĞINDAN LİNK YAYINLAYAMIYORUM.

LİNK VERMEM GEREKEN BLOGLARDAN ÖZÜR DİLERİM...

Çarşamba, Ağustos 19, 2009

EĞİTİM

Tabi ki!
Eğitim konusunu ele alacak, bu konu hakkında ahkam kesicek kadar bilgi donanımına sahip değilim. Ne öğretmenim ne de bir psikolog.
Benim ki sadece yaşanmışlıklar, gözlemler ve kendime ait düşüncelerim...

Günümüzde eğitim bir sürü değişikliğe uğrasada, temel eğitim asla değişmez. Temel eğitim de aileden alınır.
Okul öncesi ve temel eğitim çağındaki çocuk, öğrenme ve uygulama potansiyeli en yüksek olan varlıktır. Ailesini ve çevresini daima model olarak alır. Eğitim doğumla başlayan yaşamın kendisidir...

"Bu konuya nerden geldik?" diye düşünelecek olursa, burda ki yazımın belki bir benzeri olacak ama çevremde gördüğüm ve korkuyla izlediğim olumsuzluklar, beni ilgilendirmeyecek kadar uzak olsada, yaşadığım toplumda bulunduğu için bana rahatsızlık veriyor...

Ülkemizin 80 sonrasında hızlı bir şekilde değişimi ile, eğitimini almadan sahip olduklarımızı, ne yazık ki elimizde kendimize ve çevremize zarar verecek korkuç bir silaha dönüştürüyoruz...

Babacığımın bir çakısı vardı, devamlı cebinde taşıdığı. Eli hiç boş durmayan babam nerede ufak bir tahta parçası bulsa çakısı çıkarır, ya bir biblo, ya bir oyuncak, ya da işe yarayacak bir eşyaya dönüştürürdü o tahta parçasını. Canım benim! şimdi olsa nereden bulacaktı o tahta parçasını bilemem?
Beş yaşlarındayım, ağabeyim okula başladığı yıl. Hazırlıklar tamamlandı, defterler alındı, kaplandı. Kalemler alındı. (Kalem kutusunu o küçücük çakısınla babam yapmıştı.) O yıllarda şimdi ki gibi kurşun kalemlerin ucu açık satılmazdı. Nerede şimdiki gibi çeşit çeşit kalemler, pasteller? Bir kurşun kalem, bir de ortasından ucuna doğru artan bir tarafı kırmızı bir tarafı mavi yazan "kırmızı kalem".
Biraz daha detaya girersem konunun ucu kaçacak gibi.
Babam ağabeyimin kalemlerini çakısıyla açmaya başladı. O kadar güzel açıyordu ki! heveslendim. "Ben de bende açacağım" dedim. Ve belkide o günü çok iyi hatırlamam ilk dersimdi benim. Hayır dememişti," Önce kullanmasını öğrenmen lazım, yoksa sana zarar verir" demişti babacığım...

Bizim kuşak ve hatta çocuklarımın kuşağı diyebilirim, bazı şeylere zor sahip olduk. Sindire sindire idi sahip olduklarımız. Yoklukla varlık arasındaki dengeyi kurmak için de eğitime ihtiyacımız ve zamanımız vardı. Bizler dinlemesini de bilen bir toplumduk.
Önce karşımızdakinin zarar görmemesi ile eğitildik ve eğittik. "Önce ben" değil, "önce çevre" düşüncesini öğrettiler bize. Niye "önce çevre?" çünkü çevremizdekilere göre de biz çevreyiz...

Hızla arabalara sahip olduk. Binlerce, sonmodel. Krediyle, yıllarca taksitle. Paran varsa, ehliyette parayla, (gerçi olmasa da olur.) "Bizim arabamız var istediğimiz gibi kullanırız." düşüncesi hakim oldu benliğimize.
O arabamızın sürücü koltuğuna oturduk mu! değil arabanın sahibi, tüm insanlığın sahibi hissederiz kendimizi. Hız tutkunu oluveririz. Heyecan mı? hadi canım, ölmenin, öldürmenin heyacanı olurmu? Haa sana heyecan veriyor!!! olabilir. Çocuğunu, eşini, dostunu niye alırsın arabaya? Aynı anda trafikte olan başka arabaların suçu ne? Niye seyir halinde sürücü koltuğundayken küçücük çocuğunu kucağına alısın? (Eğitimin başladığı yer orası işte) İçkili araba kullanmak ne tür ayrıcalık sağlar sana?
İki hanım kızımız!!! barda eğlendikten sonra, alkol duvarını aşmış bir şekilde arabalarıyla hız sevdasındalar. Eşinle ve iki bebesinle yer yatağında yatan, dört kişilik bir ailenin duvarına çarp, içeri gir ve yok et bir aileyi. Bu nasıl olabilir? Bunun kabul edilir bir mazereti varmıdır?
Bunun gibi yüzlercesi var. Bu eğitimsizlik değil de nedir?
Ya cep telefonları! amaç mı?Yoksa sadece iletişim, haberleşme aracı mı? Eğitimini alırsan, heberleşme adına çok değerli. Aşırısında, baz istasyonları ile uydu frekanslarının çevreye verdiği zararı arttırmanın ne anlamı var? Ve kendine verdiği zararı!
"Kontür benim" yada "Faturasını ben ödüyorum"
Yok öyle bir şey; faturasını milletçe ödüyoruz. Hem de en acı bir biçimde...
Bilgisayarlarımız! İnternetlerimiz!
Eğitimsiz ellerdeki zararı saymakla biter mi?
Biz kullanmasını bilemezken çocuklarımıza nasıl öğreteceğiz.
3. nesil GSM hizmetleride hayatımıza girdi. Eğitimini aldık mı? Yoo!!! Aletini alsak yeter, nasılsa öğreniriz.
Düşünebiliyormusunuz? Sürücü koltuğunda seyir halinde iken görüntülü tlf.la konuşmayı, ya da yolda yürürken internete girip çetleşmeyi.
Bu yazımda yoksulluktan bahsetmiştim, ama çok zenginiz biz artık, çok zengin bir ülke. Herşeyimiz var derken, aslında en değerli olan eğitimimizin olmadığının farkında bile değiliz...



Perşembe, Ağustos 06, 2009

NASIL YORUMLARSANIZ!!!




BİR ARKADAŞLIK HİKAYESİ
Bir hastane odası iki yatak ve hayatla ölum arasındakı çizgide yaşamdan yana kalmaya çalışan iki kalp hastası.
Yataklardan biri pencere önünde diğeri duvar dibinde. Pencere önündeki sabahtan akşama kadar pencereden dışarı bakıp seyrettiklerini duvar dibinde birşey görmeden, aynı kaderi paylaşan birşey görmeyen hasta arkadaşına anlatıyor!
-Bugün deniz dünden daha durgun. Rüzgar hafif esiyor olmalı. Beyaz yelkenliler denizde belli belirsiz ilerliyorlar kuğu gibi süzülüyorlar.
-Park mı?Ha, park henüz tenha. Salıncakların ikisi dolu ikisi boş. Geçen haftaki sevgililer yine geldiler. Elleri birlerinden hiç ayrılmıyor. Şimdi erkek kızın saçlarını okşuyor, ne kadar birbirlerine yakışıyorlar.
-Erguvanlar bugün çıldırmış öyle bir çiçek açmışlar ki etraf mora boyanmış. Erikler desen keza, tepeden tırnağa beyazlar giyinmiş. İşte parkın neşesi çocuklar geldi. Ellerinde rengarenk balonlar var, ah kardeşim görmelisin.
Bu böyle sürüp giderken her gördüğünü anlatıp dururken ansızın bir kalp krizi geçirir pencere kenarındaki.
Duvar dibinde ki düğmeye bassa doktoru çağırabilir ve belkide arkadaşı kurtulabilir. Ama yapmıyor işte, şeytan karışıyor işine. Arkadaşı ölürse pencere kenarı boşalacak ve kendisi oraya geçecek. Bugüne dek kulaklarıyla duyduğunu gözleriyle görecek, düğmeye basmaz ve arkadaşı ölür.
Ertesi gün duvar dibinde olan yatağını pencere kenarına taşıtır. Bekledği an gelmiştir artık, kulağınla duyduklarını gözlerinle görebilecektir artık.
Yattığı yerden pencereden dışarı bakar.
Dışarıda kapkara bir duvar...

Web'den bir alıntıdır...

Pazar, Ağustos 02, 2009

SOKAKTA DOYA DOYA SANAT





MAVİ NOKTA DİKKAT!
SOKAKTA DOYA DOYA SANAT
Sloganıyla Kadıköy Belediyesi Kültür ve Sanat'a davet ediyor halkını...

Yaz aylarında İstanbul sanat'ını sahil şehirlere taşır. (Yüklüce bilet fiyatları ile açık hava konserleri hariç.) Fazlaca etkinlik kalmaz, zaten sıcak hava kapalı mekanlara girişi de zorlaştırır. Sadece filimler DVD olarak evlerde takip edilmeye başlanır...
Bütün kültürümüz olan TV'de yaz sezonuna girince!!!

Kadıköy Belediyesi 18 Temmuz'da başlayıp 30 Ağustosa kadar sürecek olan konser, müzik, kukla ve tiyatrolar ile sokak etkinlikleri başlatmış bulunuyor. Bazı semtlerine yerleştirdiği mavi nokta'ları ile Kadıköy'ümüzün nezih, güzel, yeşil ve pırıl pırıl parklarında devam eden bu etkinliklerden tiyatro şenliği 1 Ağustos ila 10 Ağustos tarihleri arası Özgürlük Parkı antik tiyatroda seyircisinle buluşuyor.
Bu sıcak yaz gecelerinde açık havada kültürle buluşmak son derece dinlendirici ve güzel...

1 Ağustos gecesi, ücretsiz tiratro şenliğinde HIRSIZİSTAN adlı oyun vardı ve çok severek izledim.
Tuncay Özinel tiyatrosu, yazan ve yöneten Tuncay Özinel eşliğinde sahne arkadaşları mükemmeliyeti yakalamışlardı. Çok güzel di çok...

Teşekkürler Selami ÖZTÜRK
Teşekkürler Tuncay ÖZİNEL ve arkadaşları

Ne yazık ki bugün bu etkinliğe dahil olamadım. Yarın yani 3 Ağustos Pazartesi günü TİYATRO KEDİ'nin Çalıkuşu yorumu var, kaçırmamaya çalışacağım...

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...