Pazartesi, Şubat 23, 2009

SİZ NE DERSENİZ

Yaz(a)mıyorum.
Okuyorum bu aralar, tüm hızımı okumaya verdim. Blog okuyorum, kitap okuyorum, ne bulursam okuyorum.
Okunası çok değerli yazılarla karşılaşıyorum.
Çoğunu paylaşmak istiyorum ama kimseyi mecbur tutmayı sevmiyorum.
Böyle bir yazı beni oldukça düşündürdü ve çok sevdim.
Bu hikayeye hayran kaldım.
Ve bir dolu blog yazıları.
Sonra kitaplar, o kadar çok kitap var ki "beni de oku" dedirten. Ne zaman nasıl! Zamanı kovalarken elimin sobe yapacağı duvar bile uzak geliyor bazı zamanlar. Dünya mı hızlı dönmeye başladı, ben mi yavaşladım, ayırt edemiyorum. Geceler eskiden daha uzundu, onlarda kısa geliyor artık. Güneş de benimle çocukmuşum gibi oyun oynuyor. Doğduğu an yüzüme bakıp "CE" yapıyor, daha gülümserken ben ona bakıyorum yok, batarken tüm ihtişamınla el sallıyor benle alay edercesine.
Eskiden umut yarındı, şimdi umut güne girdi, saatlere saklandı.

Ve izliyorum;
Korkuyla, şaşkınlıkla, üzüntüyle, çoğu kez sinirlerime hakim olabilmek için sabırla.
Ülkemin altına bir ateş düştü, cayır cayır yanıyor. Kavruluyoruz üstünde caresizce, ümitsizce. Evet izliyorum tüm haberleri, yorumları, açık oturumları.
Dehşetle!
Gündemden düşmeyen veya gündemi yeni bir gündemle örtbas edilenler. Medyasına göre tez elden yok edilenler veya sakıza döndürülenler.
Bir habere kafamızda bir yorum yapabilme zamanı bile bırakılmıyor bizlere ne yazık ki.
Hele heberlerin arasına sıkıştırılmış, kısa geçiş yapılan bir haber var ki, aslında bomba etkisi yapması gerekir bana göre. Ama çok duyarlı medyamız sonucu bekliyor bağırmak için. Mış la muş la olmaz onlar için, gerçekleşsin sonra bağıracaklar. Sırf bağırmak için olsa gerek.

"Atatürk orman çiftliği Dubai'lilere satılıyormuş"
Dubai'liler gelip Atam'ın bizlere, halkına bıraktığı yeşil korunsun diye emanet ettiği ormanımıza, yeşili yok edip öğündükleri mimarilerini denizimizin kıyısında sergileyeceklermiş. Yok artık denir de kime, tabi kendi kendimize.
Biz bu yeşil savaşını, topraklarımızı çoktaaaan kaybettik.

İzliyorum dedim ya, herkez seyretti bende kusur kalmayayım diye Issız adam'ı seyrettim daha doğrusu seyrediyormuş gibi yaptım. Bu kadar sansasyon yaratan flim bumuymuş dedim. Yok olamaz! sevgi böyle anlatılmaz.
Ben küçük hanımın şöförünü bile daha zevkle seyrederim.
Tercih meselesi belki ama bir "al yazmalım selvi boylum" flmi sevgiyi nasıl anlatırsa, sevgi odur. Demek sevgilerde değişti; flimlerde, gönüllerde.
Niye artık yerli flim yapılamıyor? Yabancı flimlere özenti, flim yapma anlayışınıda değiştirdi.
Hababam sınıfı serisi, Eşkiya, Muhsin bey, Uçurtmayı vurmasınlar, Yol, Umut v.s.
Çok eskilerde kaldım ben çook....

Başlık bulamadım bu yazıya, artık siz ne derseniz...

Pazar, Şubat 15, 2009

Ö N Y A R G I

Fazlasıyla ÖNYARGI'ya sahip olanların asla kontrol altına alamadıkları bir duygudur.
Akıl ile dil arasındaki iletişim zorluğudur, aklı aldatan erken yargıdır. Düşünen canlı dediğimiz her insanda her duygu gibi önyargı da mevcuttur. Kontrol altında tutulması sadece hoşgörü ve sabır ile frenlenir.
İnsanın kendinle olan savaşı gibidir. Ne yazık ki önyargıya fazlasıyla sahip olanlar yada hoşgörü ve sabır duygularına fazla önem vermeyenler bu savaşta mağlup olurlar. Olurlar olmasına da! önyargılarına önyargı ekleyerek galip olduklarına inanırlar.
Sadece kendi iç savaşlarıdır, onlara dışarıdan müdahale etmek olanaksızdır.
İnsanın doğrusu inandığıdır, bunu değiştirmekte kendi doğrusuna inanmaktır.
Bir başka açıdan bakıldığında; bir insanın önyargısını kabul etmemek, kendi önyargısını kabul ettirmek değilmidir?
Burada sabır devreye girmeli ve önyargıyla yaklaşımın sonu beklenmelidir. Ya da hoşgörüyle önyargılıyı kendi savaşına bırakılmalıdır. (Her ne kadar sonunda önyargısını görüp, yine de kabul etmeyenler olsada)

Her insanın nedenleri değişiktir, onun iç dünyasını, sebeplerini öğrenmeden önyargısına olumsuz yaklaşım da önyargıdır.

Düşünen canlı dediğimiz insan; bencil olmadan gerçek anlamda düşünmeye başlarsa belki de herşeyin daha kolay olduğunu görecektir.

***
Dr. Paul RUSKİN; öğrencilerine yaşlanmanın psikolojik belirtilerini öğretirken onlara yaşamakta olduğu şu durumu anlatır:
“'Hasta ne konuşuyor ne de söylenenleri anlıyor. Bazan saatlerce anlaşılmaz şeyler geveliyor. Zaman, yer yada kişi kavramı yok. Yalnız, nasıl oluyorsa, kendi adı söylendiğinde tepki veriyor. Son altı aydır onun yanındayım, ne görünüşü için bir çaba sarf ediyor, ne de bakım yapılırken yardımcı oluyor. Onu hep başkaları besliyor, yıkıyor ve giydiriyor. Dişleri yok, yiyeceklerinin püre halinde verilmesi gerekiyor. Gömleği salyalarından dolayı sürekli leke içinde. Yürüyemiyor. Uykusu sürekli düzensiz. Gece yarısı uyanıp cığlıklarıyla herkesi uyandırıyor. Çoğu zaman mutlu ve sevecen, fakat bazan ortada bir sebep yokken sinirleni- yor, biri gelip onu yatıştırana kadar da feryat figan bağırıyor.”'

Bu olayı anlattıktan sonra, Dr. RUSKİN; öğrencilerine böyle birinin bakımını üstlenmek isteyip istemediklerini sorar. Öğrencileri böyle bir şeyi yapamayacaklarını söylerler. Dr. RUSKİN; kendisinin bunu büyük bir zevkle yaptığını ve onlarında yapması gerektiğini söyleyince öğrenciler şaşırırlar.

Daha sonra Dr. RUSKİN ders konusu yaptığı hastanın fotoğrafını öğrenciler arasında dolaştırmaya başlar. Fotoğraftaki, doktorun altı aylık kızıdır.

Dr. RUSKİN, Amerikan Tıp Birliği dergisindeki makalesinde, (günümüzde çok yaşandığı gibi) gülünç bir yanlış anlamanın insana nasıl tamamen farklı bir perspektif kazandıracağını anlatmaktadır.


Öykü atölyesi
Kelime oyunları
ÖNYARGI

Pazartesi, Şubat 09, 2009

SONSUZ SESSİZLİK



Öykü atölyesinin
Fotoğrafın dili çalışmasına

SESSİZ GEMİ

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.
Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden



28 yıl önce;
01 Şubat çok soğuk bir kış gününde kaybettiğim,
02 Şubat dizboyu karlar altına toprağa verdiğim,

Yaşamı boyunca sessizliğini koruyan ve sessizce giden canım BABAMIN anısına...

Cumartesi, Şubat 07, 2009

İSTANBUL İSTANBUL OLALI


Sevgili Yavrum Geveze kalem çok güzel bir konuda beni mimlemiş.
Mim konusu " İstanbul'dan neler gitsin, neler gelsin?"

Aslında tek satırlık bir cevabım olur da! bu satırın içine giren kelimeleri seçme özgürlüğüm yok. Yada kırıcı olma, saygı sınırlarını zorlama durumuna düşmek istemem.
Delikleri biraz büyük elek kullanarak, beni en çok rahatsız edenleri ve çok özlediklerimi yazmaya çalışacağım.

"İstanbul İstanbul olalı, hiç görmedi böyle keder" diyen Sezen Aksu'ya karşı ben, "İstanbul İstanbul olalı, hiç görmedi böyle çöplük" diyerek.

* İstanbul'un tüm caddelerini, sokaklarını, parklarını, piknik alanlarını, hatta çöp bidonlarının dibini saran çöpler başta olmak üzere. Adımbaşı ayaklarımıza dolanan boş sigara paketleri, izmaritleri. Kullanılmış atılmış kağıt mendiller, yiyecek ambalajları ile İstanbul'u çöplüğe, yaşamımızı mikrop yuvasına çevirmeyi başaranların, çöp toplayanlarla yarış halinde olanların tümü gitsin.
*Ve bu çöplüğe katkı sağlayan naylon poşetler de gitsin. Kese kağıtlarımız, filelerimiz, bez torbalarımız geri gelsin.
* Çeşmelerinden kana kana, hiç art düşüncemiz olmadan içilen sularımız geri gelsin.
Ortalığı kasıp kavuran su bidonları, pet şişeler ve bunları taşıyan; kaldırım, bahçe, park tanımadan kendini yolların fatihi ilan eden motosikletler gitsin.

"Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer."
Diyen değerli şairimiz Yahya Kemal Beyatlı şu tepelerimizi bir görse ne der acaba? Bulabilir mi? böyle şiir yazmak için bir tepe.
Muhteşem yedi tepesi bulunan İstanbul'umun ne yazık ki artık bir tepesi yok!

* Tepelerdeki tüm meskenler gitsin. Yemyeşil tepelerim geri gelsin.

Eskiden balıkçı motorları vardı. Boğazın belirli yerlerinden sabahları balığa çıkan. "tıkı tıkı tıkı" diye çok bağırtılı olmayan sesleri ile taze balıklarını getirmek için yol alan. Küreklerin çektiği kayıkların sahillerini süslediği masmavi deniz. Boğazın iki yakasında süzüle süzüle kayan vapurlarımız. Ahşap iskelelerimiz. Vapur biletlerini alırken hatır sorduğumuz iskele görevlileri.

* İstanbul'un denizlerini mazotları ile kirleten, balıklarımızın zehirlenmesine sebep olan O devasa garip "yolcu motoru" mu ne? diyorlar. Başında, kalkana kadar avaz avaz bağıranları dahil tümü gitsin.
Üstünde pet şişelerin yüzmediği, içinde balıkların oynaştığı masmavi denizimiz, boğaz vapurları, ahşap boğaz iskeleleri, kayıklarımız gelsin.

* Sokak başı açılan hipermerket, süpermarket, şu market, bu merketlerin (en çok da bizim sitenin içinde açılan) tümü gitsin. Doyumsuzluğun sınırları zorladığı yeteri kadar alışveriş merkezleri var zaten.

"İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı
Önce hafif bir rüzgar esiyor
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar ağaçlarda"
Orhan Veli şimdi gözlerini kapıyarak İstanbul'u dinlese duyar mı? ağaçlarda sallanan yaprakların sesini.

* Trafiği tıkayan, kulakları tırmalayan, gürültüye vargücüyle katkı sağlayan, kornaları yayalarla iletişim kurmaya çalışan tüm minibüsler ile yayaları, görme zahmetine katlanmayan tırlar,kamyonlar gitsin.
(Garip kaçmasa, faytonlar gelsin diyeceğim neredeyse)

* Gereksiz sabahlara kadar ışıklandırma ile "biz burdayız" reklamı yapan işyerleri gitsin. Gecenin üçünde hiç kimse ne kırtasiyeci arar, ne lahmacuncu, ne de baklavacı. Enerji açığını kapatmaya çalışıyoruz sanki.
Bu ışıklandırmadan utanarak saklanan Mehtap, "bizler burdayız" demeye çekinen yıldızlar geri gelsin, pırıl pırıl parlasınlar gökyüzünde.

*Bir de benim başkanım olmayacak ama!
Üsküdar için iyi olacağına inandığım Üsküdar Belediye Başkanlığına LEVENT KIRCA gelsin...
En azından İstanbul'un gülümseyen bir ilçesi olur.

Gitsin, gelsin isteklerim bu kadarla sınırlı değil de elekten geçenler bunlar işte...

Sanırım bu konuda Sevgili NUNU'm ve Sevgili adaşım, arkadaşım SENNUR'un söyleyecekleri de çok değerlidir.

Pazar, Şubat 01, 2009

B E K L E N T İ

Yaşamın anlamı
Sevginin umududur
Yüreğin çığlığı
Düşlerin süsüdür
Aramayı bilmek
Bulduğunla yetinmektir
Görmeyi istemek
Duyduğunu hazmetmektir
Ruhun coşkusu
Akıl yorgunluğudur


Oysa
İki kaşık aş'tır
Bedenin istediği
Toprak döşek olduğunda
Son bulur
BEKLENTİ...



Öykü atölyesi " beklenti"
kelimesi için yazdığım bir şiir


LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...